27 Ağustos 2012 Pazartesi

Son Durak ROMA

Eve yeni girdik. Daha once kaldiklarimizdan biraz farkli. Bir daire icine ufak ufak 5 daire sigdirmislar. Kapida  da resepsiyon gibi bir sey var. Henuz Roma gormeden, size evimsi odamizin fotolarini cektim. Romada alisik oldugumuz gibi ev bulamamistik ama bu da benzer bir sey.


Vakit bulabildigim anda Milano, Barcelona, Como, Portofino ve Pisa yazilari yazacagim. Floransa-Roma arasi 2,5saatlik Toscana yolu sonrasi kisa bir ev dinlenmesi molasindan simdilik bu kadar. Hemen sehri kesfe cikiyoruz...

24 Ağustos 2012 Cuma

Yan Komşumun Selamı Var :)

Bugün kısacık yazabileceğim.
Aslında uzun yazacaktım ama yan komşumla muhabbet biraz fazla uzamış.
Deniz siesta yaptı, ben de tam blogumun başına oturmuştum ki "Neler yaptın bugün?" dedi Sidney'li komşum.
Konuşma havadan sudan başladı, sonra birbirimize Bellagio'dan restoran önerileri, ülkelerimizin dedikoduları, jenerasyon farklarımızın kıyaslaması derken sanırım 2,5 saatte yakındır konuşuyorduk. Derken Deniz siestasını bitirdi, ben sohbeti ona devrettim, hemen bir kaç cümle yazıyorum.
Giyinip akşam yemeğine hazırlanmak için kısıtlı zamanım kaldı. Size yukarıdaki fotoğrafta komşumla hatıramızı, aşağıdaki fotoğrafta da yazı yazarken önümdeki manzarayı bırakıp gidiyorum.
Bellagio'dan çok iyi restoran ve alışveriş önerilerim olacak.
Şimdilik hoşçakalın :)


23 Ağustos 2012 Perşembe

KısaKahveMolası Cennetten Sunar...

Arabada müzik...
Kıvrımlı yollar.
Sol yanımızda durgun bir su, sükunet...
Bu bir göl. Karşı yakasında yemyeşilin içinde sarı, mavi, kırmızı ve renk renk evler.
Sağ yanımız yemyeşil orman, taptaze bir nefes çekersin.
Eski veya yeni, mükemmel güzellikte evler oraya buraya dağılmış.
Hepsinin balkonundaki hayatı izliyorum önlerinden geçerken.
Hepsini tanıyorum, biliyorum sanki bu insanların.
Gördüklerimi anlatınca siz de tanıyacaksınız bence.
Neyse, bugüne kadar geçtiğimiz yollardaki gibi değiliz, kalakaldık.

Siz! Dünyanın herhangi bir yerinden benim blogumu okuyorsunuz.
Belki hayatı ileri sardınız, haftasonunun gelmesini bekliyorsunuz. Belki o bile gelse farketmez sizin için, yeterki geçsin zaman diyorsunuz içinizden.

Bizse durduk. Düşündüğümüz bir kaç şey vardıysa da yok oldu.
Size hiç bu kadar güzel bir manzaradan yazmamıştım.
Ilık, bal gibi bir havada esen tatlı rüzgarda saçlarım ince ince uçuşurken; balkonumun camından aşağı sarkan pembe ve beyaz çiçeklere bakarken, tüy topağı kedicik Via önümde ense yaparken, az önce yanıma gelip "iyi geceler" diyerek aşağı fıyan yaşlı kızıl seter Ritos'un kabından içtiği suyu şapırdatışını duyarken, sessizliğin ortasındayken, bu minicik şirin otelin sahibesi yanıma gelip yeni kedisini de tanıştırırken...

Az önce yol üzerinde yanlarından geçtiğimiz evler ve o bildik insanlara geleyim.
En az 90 yaşındaki bir amca; arkadaşlarıyla oturmuş neyin muhabbetindeyse, ağzında dişi de yok, içeriye kıvrılmış dudaklarıyla kahkahayı patlatıverdi.
Biraz ileride genç kadın, göle karşı duruvermiş. Gözlüklerini çıkarıp azıcık katladı, yanağına doğru inerken eli, ağzını hafifçe aralayıp gözlüğün ucunu dişleriyle tuttu.
Sapsarı saçlı minik kız, kırmızı elbisesiyle nasılda şirin, elinde kendisinden büyük pastayla eski evin yeşil, tahta kapısını çaldı. Bence mavili kısa kollu elbisesiyle kapıyı açan bembeyaz saçlı kadın, komşu yaşlı teyzeydi.

Kilisenin çanları 10 kere çaldı. Odaya girer girmez oturdum bilgisayarımın başında.
Şimdi otelin sahibesi tatlı kadın, üzerinde damlalar toplanmış şişesiyle buz gibi şarabını paylaşabileceğini söyleyip beyaz çardağa doğru gidiyor.
"Komim" dediği yaşlı Ritos'u uyku tutmamış, tekrar geldi yanına.
Bu gece fırtına olurmuş, yoksa bu sıcağa alışık değillermiş. "En azından yağmur kesin yağacak, demedi deme." Benden bir şaşırma ifadesi - hava muhteşem bence- ve yine hızlı hızlı klavye tıkırtılarım.
Ben kalakaldım şu anda.
Resim de yok bu yazıya şimdilik.
Sonra...
Como'dayım...
Bellagio'da...

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Gaudi'nin İzinde Barcelona

Casa Batllo -Gaudi / Barcelona
Önce müzik :)

Uçaktan indiğimizde yüzümüze çarpan buhar zamanla suya mı dönüştü bilmiyoruz, bu ne sıcaktır?
Yine de yılmadık, bugün ayaklarımıza kara sular ininceye kadar, paket paket yarabantlarını eskitinceye kadar Gaudi'nin iki evini ve tepelerin de tepesindeki Park Güell'ini gezdik. La Rambla caddesini baştan başa 2 kez arşınladık, Passeig de Gracia caddesinde sangria molası verdik, adını bilmediğimiz caddelerde dolaşıp evlere bakındık. Başka çaremiz yoktu, Türkiye'de olsak bayram seyran dinlemez tüm alışveriş merkezleri, dükkanlar ve marketler açık olurdu belki ama biz Barcelona'da sıradan bir PAZAR gününü yaşıyorduk. Tüm Avrupa'da olduğu gibi, burada da Pazar günü durmuştu hayat, belki de Pazar günü her şeyi durdurup kendine vakit ayırmak; bayram gibi değerleri "tatil" yapmamak için doğru olan buydu... Gaudi'nin Casa Mila'sında dalgalandı bu fikirlerimiz, Casa Batllo'nun çatısındaki ejderhaya tutunup aşağıdan bakan kafalarımıza tekrar düştü, en son Park Güell'de ise açık ve koyu renkli mozikler gibi değişip durdu akıllarımızda. Hayat kesin yargılardan oluşamıyordu, biz de grileri tercih edip ne yardan geçtik ne serden; rengarenk eserler yaratan Gaudi'nin, renk körü olduğu söylentisi kadar garip fikirler içinde kaldık.

Sabah La Rambla Caddesine giderken bir yaşlı güvercin, gözleri kan çanağı içerisinde zar zor aldığı nefeslerle ayakta durmaya çalışıyordu. Dönüşte güvercini orada ölü bulduk. Barcelonalı  Güvercinin son anlarına tanık olmak, Barcelonalı Gaudi'nin son eseri 'Sagra da Familia'sına uzaktan bakmak isterken ezilerek ölüşünü getirdi aklıma. Belki de Gaudi, kaldırım taşında, binlerce insanın ayakları arasında ölen Barcelonalı Güvercin olarak kontrole gelmişti bugün. Belki de Gaudi, ABD'de gerçekleştiremediği son projesinin, 2001'de saldırı sonucu yıkılan Dünya Ticaret Merkezi'nin yerine yapılması tartışılan bu otel fikri sayesinde hala aramızdadır...


Casa Batllo -Gaudi / Barcelona -İşadamı Batllo için Gaudi'nin yaptığı ev
Park Güell'e giderken Barcelona sokakları. Sizce burası Barcelona mı Tunus veya Fas mı?
Park Güell'de
Park Güell
Park Güell'in meşhur ejderhasıyla
Gaudi'nin yaptığı müthiş apartmanlardan biri daha: Casa Mila.  İçinde 4 daire var, 3 dairede hala oturanlar varmış. 1 daire ise dayalı döşeli halde müze olarak kullanılıyor. Girişi 15 euro. Gaudi'nin tüm evlerine girişi en az bu fiyata.

O  casa sizin olsun, bu casa benim :) Casa Mila'da
Barcelona'daki ilk günümüzde beni fikirden fikire sürükleyen Gaudi! Sen olmasaydın bu şehir, kafamdaki Fas veya Tunus resimlerinden farksız olacaktı. Barcelona senin şehrin bence. Bir kağıda değil, bir şehire imza atmışsın iyi ki...

19 Ağustos 2012 Pazar

Barcelona'daki Evimiz

Barcelona'ya 3 aktarma sonrası ulaştık. Uçakta hiç susmadan ve hatta yırtınarak ağlayan 4 yaşındaki Bianca ve o ağlayınca gaza gelen kardeşi Sebastian'ı oyalamak için tüm yolcularla birlikte seferber olduysak da başaramadık. Bir ara Diamond Dash oyunu ile Bianca'yı 10 dakika susturduysam da, 11. dakikada yırtınmaya devam etti. Uçak yolcuları Bianca'ya oyun kartları mı getirmedi, insanlar anahtarlıklarını oynasın diye mi vermedi, sonunda hostes elinde hediye minik oyuncaklarla mı gelmedi... Bianca ses telleri kopana kadar ağlamayı hepsine tercih etti. Kalkık minicik hokka burnu kıpkırmızı oldu; kıvırcık yukarıdan toplu saçları ve güzel yüzü Galatasaray bayrağına dönene kadar uğraştı. Uçak yere indikten sonra tatlı Bianca, annesi ve biz perişan haldeydik. Uçaktan indikten sonra bavullar da adeta Ankara'dan yeni bir uçakla gelmiş kadar gecikti. Yarım saat rötarlı uçuşu da ekleyelim, üstüne de evi bulmak için yanlış sokağa girip gecenin köründe iyice ilerleyince... :) İspanyolların yardımsever ve sıcak kanlı halleri olmasa, herkes yardım için adeta canını vermese, bu anlattıklarım sinir bozucu olabilirdi ama bunlar başımıza geldiği için tanışıp yollarda sohbet ettiğimiz Katalan ailelerin hepsi gecemize renk kattı.

Çoğu şehirde olduğu gibi, Barcelona'da da turist olmayı değil, lokal olmayı tercih ederek evde kalıyoruz. Evimiz iki odalı şirin mi şirin bir yer. Size evimizden bir kaç foto koyup artık dinlenmeye çekiliyorum. 

Mutfağımız

Mutfak ve salon birleşik
Sağda sokak kapısı, yanında ütü dolabı var. Salon ve mutfak da iç içe.
Tuvalet
Bize bu oda fazla ama gelemeyenleri de anıyoruz baktıkça :)
Yatak odası
Yatak odasına ait banyo
Nasıl beğendiniz mi? :)

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Atatürk Havaalanından Canlı Yayın :)

Barcelona'ya gitmek için yollardayız bugün. Esenboğa'dan THY ile başlayan yolculuğumuza bundan sonra Austrian Havayollarıyla devam edeceğiz. Keşke Esenboğa'da uçuş kartlarımızı veren check-in kontuarındaki görevli hatalı kartları vermeseydi de Atatürk Havaalanında bir sürü işle uğraşmasaydık. 3 Aktarma ile Barcelona'ya varacağımız için sıralarda beklemekten de yorulduk, Duty Free'lerde fazla oyalanmayıp Yapi Kredi World Lounge'a yollandık. Bu postu size lounge'dan telefonumla yazmaya çalışıyorum. Barcelona'dan ve sonrasında İtalya'dan yazmaya çalışacağım, şimdilik biraz uyusam mı? :)
Atatürk Havaalanı - Yapı Kredi World Lounge
Atatürk Havaalanı - Everybody loves duty free :)
Yapı Kredi World Lounge'da dinlenme odasındayız, fotoğrafı çekerken tv çerçevesi olan aynadan ben de çıkmışım :)
Her dilden dergiler Duty Free'deydi
Atatürk Havaalanı - Kuala Lumpur uçuş ekibi
Atatürk Havaalanı - Yapı Kredi World Lounge'da yediklerim :) Premium Yapı Kredi kartlarından birine sahipseniz bu lounge'a giriş, dinlenmek ve yemek-içecek her şey bedava. Eğer kartınız yoksa da, kişi başı 20TL. Bayramlarda ise kartınız Premium olmasa bile ücretsiz kullanabiliyorsunuz...

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Prag'da Mutlaka Ama Mutlaka!


Prag'a gidince mutlaka ama mutlaka yapmanız gereken bir çok şey var.
En önemlisini yazmıştım, Ama bitti sanmayın. Bence mutlaka yapılması gereken gün içi planlardan biri Prag Hayvanat Bahçesi'ni gezmek.
Burası, kapladığı alan ve barındırdığı hayvan çeşidi açısından dünyanın en iyi 7. hayvanat bahçesiymiş.
Bu hayvanat bahçesine gitmek için sebebinizse, 7'den fazla bana kalırsa.


1. Hayvanlar küçük, dar ve yaşama elverişsiz yerlerde yaşamıyorlar. Hepsine ait geniş alanlar var. Hatta hepsine ait özel hayatlar bile var. Size canlarının istemediği an görünmeyecekleri sığınaklar veya uzak doğal ortamlar var.


2. Çevre düzenlemesi o kadar hoş ki, tamamen doğayla iç içe kalıp keyif yapabileceğiniz bir yer.


3. Bir çok hayvanla (maymun, papağan, özel kuşlar, vs.) aynı ortamdasınız. Arada hiç bir tel örgü, duvar, cam vs. bulunmayan bir çok bölüm var. Buradaki çocuklu aileler, çocuklarının hayvanlarla bu kadar iç içe olabilmelerinden çok memnun oluyorlardı. Çocuklar, sıcak kanlı maymunlarla, sevimli papağanlarla dostça ilişkiler kurabiliyordu.

4. Çok temiz, ucuz ve lezzeti de fena olmayan restoranlar var. Dekorasyonları da oldukça başarılı. Bir de çok iyi kahve yapan kahve makinaları hayvanat bahçesinin en ıssız yerlerinde bile bulunuyor.





5. Hafta içi giderseniz, turistik meydanların aksine Praglıları ve okulların gezdirdiği minik, sevimli öğrencileri görüp Çek halkı ile iç içe olursunuz. Prag hem küçük, hem de çok turistik olduğu için Praglı insan görmek, kültürel özelliklerini inceleyebilmek o kadar zor ki!


6. Hayvanat bahçesine otobüsle giderken, turistik olmayan, halkın yaşadığı, tertemiz, bahçe içinde evlerden oluşan şirin semtlerden geçersiniz. Yolculuğu çok zevklidir. Alta bu yazdığımla ilgili bir resim koyamıyorum çünkü maalesef yolda hiç resim çekmemişim.


7. Hayvanat bahçesi çok iyi ve ünlü olunca ziyaretçileri de bir o kadar ünlü olabilir. Girişinde hangi ünlülerin burayı ziyaret ettiğini göreceksiniz. Belki dünyaca ünlü bir başka kişi, sizin gezinize denk gelir!


8. Hayvanların bakıcıları son derece profesyonel. Bakıcılarla hayvanlar arasındaki müthiş ilişkiden etkileneceksiniz! (Bunu merak edenler için belki ileride bir video hazırlarım.)

9. Şimdiye kadar görmediğiniz bir çok hayvanla, burada tanışacaksınız. Şaşırmayın...


Bu tonton kuşlardan daha önce hiç görmemiştim...
10. Fokların su altında ve su üstünde yaptığı eğlenceli gösteriyi sakın kaçırmayın! ( Bunu da en rahat videoyla anlatabilirim. İkinci bir Prag'da hayvanat bahçesi yazısı hazırlamam farz oldu :) )

11. Hayvanat bahçesine ait hediyelik eşya alabileceğiniz minik bir dükkan da var. Alışveriş ve hatıra toplama meraklılarına duyurulur.

12. Hayvanat bahçesinin üst kısımlarından Vlatava nehrini ve masal şehir Prag'ın harika manzaralarından birini izleyebilirsiniz.

Hop hoop :)

Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Bana kalırsa Prag'da geçirdiğimiz en eğlenceli günlerden biriydi. Eğer Sonbahar veya Kış mevsimlerinde gezecekseniz çok ama çok kalın giyinmeniz gerektiğini eklemeliyim... Ben Kasım ayının başında, kar montu ve kar botu ile gittiğim halde ara sıra üşümüştüm.

Vlatava Nehri manzarasına karşı kahve molası verirseniz, dünyanın en tatlı şehirlerinden birinde olduğunuz için ne kadar şanslı olduğunuzu unutmayın...

 Prag'ın neresine giderseniz gidin, manzara mükemmel...
Hayvanat Bahçesine giriş kişibaşı: 7,5 TL
Makinelerden içeceğiniz lezzetli bir kahve: 2-3 TL
IKEA usulü yemek ortalama 10-15 TL civarındaydı...

2 Ağustos 2012 Perşembe

KısaKahveMolası 1 Yaşında!

Bu yıl evde verebildiğim,
 gerçekten kısa ve tek kahve-kitap molasından...
Tam bir yıl önce insanlık için küçük, kendim için büyük bir adım atmıştım.
Çocukluğumdan beri içimde bastırılamayan yazma isteğimi, blogumda biraz da olsa dizginlemeye çalıştım.
Bir yıldır burada seyahatlerimi, restorant önerilerimi, etkilendiğim insan hikayelerini, okuduğum kitapları anlatıp sizlerle paylaştım, yazdıkça ve okunduğunu gördükçe, yorumlarınızı aldıkça mutlu oldum.
Bu bloga yazmaya başladığımda, açıkçası daha sık ve daha uzun yazılar yazmayı, daha fazla paylaşımda bulunmayı hedeflemiştim.
Daha sık yazmak, her gün iş hayatının içinde olmamdan ve bloguma tahmin ettiğim kadar vakit yaratamamamdan dolayı kolay olmadı.
Daha uzun yazılar yazmanınsa "blog" işine pek uymadığını düşündüm. Blogların genel raconu, daha kısa yazılar yazmak, daha bol fotoğraf koymak ve daha sık post girmekti.
Benim için en önemli adım olacak olan blogumda daha fazla kişisel paylaşımda bulunma isteğimin, bu kadar zor olacağını ise asla tahmin etmemiştim. Türkiye'nin ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral ve teyzesi, heykel ve gravür sanatçısı Aliye Berger'in hayatları beni çok etkilemişti. Aliye Berger'in ağabeyi Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın (Halikarnas Balıkçısı), babaları ünlü siyasetçi Şakir Paşa'yı öldürmesi, dönemin ses getirmiş, herkesin diline dolaşmış, büyük ve sansasyonel bir olayı olsa da, kendi biyografilerini yazan yazarlara, hayatlarını aktarırken son derece açık ve paylaşımcı olmuşlar ve bu olayı (ve aslında daha nice büyük olayı) atlamadan, olduğu gibi anlatmışlardır. Benim baktığım yerden bu iki sanatçı, olgun ve kendine güvenli yaklaşımları olan; sıradan hayatlar yaşayıp ölüp gitmeyi değil, insanları etkilemeyi ve fark yaratmayı seçmiş özel insanlardı. Benim yaşadığım memuriyet içeren hayatta ise, bakış açılarının daha sığ olduğunu görmek, her tür sanatın içerdiği paylaşımın bile heyecan değil korku uyandırması; benim etliye sütlüye pek karışmayan blogumu yazarken dahi maalesef cümlelerimi, konularımı dilediğimce serbest bırakmamı önledi. Dar zihinlerin almadığı sanatları, her şeye rağmen yapan tüm profesyonel sanatçılara hayranlığım, bir kez daha arttı.
1 sene, Nice sahilinde fotoğrafını çektiğim dalgaların hızıyla geçti sanki...
Bugün KısaKahveMolası, yazabildiğim kadarıyla, 1 yaşında küçük bir bebek.
Daha sık yazabileceğim, her şeye karşın düşüncelerimi daha özgür bırakabileceğim yazılarla olgunlaşmasını diliyorum.
Blogumun ve hayatımın bu sene de, yeni seyahatlerle, yeni kitaplarla, farklı tadlarla, daha etkileyici insan hikayeleriyle, hatta hevesle başlayıp sonradan üzerine fazla eğilemediğim daha çok sayıda röportajla dolmasını diliyorum.
Beni heves veren cümleleriyle destekleyen herkese ama herkese çooook teşekkür ediyorum...